Aşk üzerine-2










AŞK ÜZERİNE-3

AŞK   ve  EVLİLİK

 

"Altın hızma mülâyim

Seni haktan dileyim.

Yaz günü Temmuz'da

Sen terle ben sileyim."

 

Evet, nerde kalmıştık? Evlilik aşkı öldürür mü? Her evlinin beyninde bu soru. Her evlenecek olanın yüreğinde de bu korku. Boğazına düşkün olan bir dostuma sordum aşk ve evliliği, dedi ki: "Aşk, cepte para yokken vitrindeki baklavayı seyrederek yutkunmaktır, evlilik ise o baklavayı yemektir."

Bu sefer farklı bir yol izleyip en son söyleyeceğimizi en baştan söyleyelim. "EVLİLİK AŞKIN CELLÂDIDIR!" Hemen yükselen itiraz seslerini duyar gibi oluyorum. Biliyorum bu yanıt beklediğiniz ve istediğiniz bir yanıt değil. Yüreğinizi acıtmış olmalı. Ne derler bilirsiniz: "Gerçek acıdır."  Bu doğru değil diyenlere bir sorum olacak. Herkesin evliliğin aşkı öldürdüğünü düşünmesini nasıl açıklayabilirsiniz başka? Aslında burada acı olan şey, evliliğin aşkın cellâdı olmasına izin veren kendi davranışlarımızdır.

Ne demiştik aşkı tanımlarken "aşk, birleşmeye, dokunmaya, sahiplenme ve ait olmaya duyulan sancılı bir arzudur!" Yaşamdaki her şey gibi zamanı geldiğinde dönüşüp yerini başka bir "şey"e bırakır. Eğer siz vakti geldiğinde onun değişimine izin vermez, gerçeği görmez ve onu gömmezseniz o gerçek sizi değiştirir ve hem aşkınızı hem de evliliğiniz gömer.

Birinci sunumuzda ne demiştik? Yeniden hatırlayalım: "Kerem ile Aslı'nın, Ferhat ile Şirin'in aşkı aşk oluyor da, yanı başımızdaki komşu Fatma ile kasap kalfası Kemal'in yaşadığı aşk değil mi? Ya da sekreter Özlem ile Şoför Mehmet'inki… Neden başlangıçta aşk olan bu duygular evlilikten sonra yok olmaktadır? Kimi sağlıklı bir sevgiye, kimi ise sessiz bir kabullenişe sürüklenirler." Ayrılıkla noktalananlar da var tabi.

Çünkü aşkla evlilik yan yana gelemeyecek iki dünyaya aittir.

Aşk özgürlükler ve hayal dünyasına aittir. Evlilik ise bir takım özgürlüklerin kısıtlanıp hatta bazılarının yok edilip yerine büyük yanılsamaların, parlak ama içi boş değerlerin konulduğu tutsaklıklar dünyasına.

Aşk uyumsuzluğu yaşar ve yaşatır, evlilik ise uyum ve düzen ister. Bu açıdan da aşk değişkenlik, hareketlilik ve heyecan; evlilik ise durağanlık ve statüko arz eder.

Aşk karanlıkta bir kibrit ışığıdır. Adım attığınız yeri gösterir ama ileride ne olduğunu göstermez. Evlilik ise öyle değildir, projektör ister yürümek için. Zamanı da zemini de gerçekliktir. Planları vardır gelecek yıllara ilişkin. Daha "evlilik" kelimesinin "e"sinde başlar hesap-kitap işleri. Aşk ise ne hesaba gelir ne kitaba ne de ölçüye.

Aşkı tanımlarken sevgi kelimesini kullanırız. Ama sevgiyi tanımlarken aşk kelimesine ihtiyaç hissetmeyiz. Sevgi kendi başına olabiliyor ama aşk öyle değil. Evlilikte böyledir. Evliliği açıklarken de aşka ihtiyaç hissetmeyiz. Sevgiyi kullanırız evliliği tanımlamak için. "Ben eşime aşığım" diyen kaç insan var etrafınızda ama her yüz kişiden 97'si "ben eşimi çok seviyorum" diyebilmektedir. Gerçekliktir bu.

Sevgi sonsuz kullanım alanı olan ve karşılık beklemeyen bir kavramdır. Herhangi bir çiçekten Tanrı'ya kadar uzanabilen sonsuz bir alandır. Bir çeşit kendini bulma kendini ifade zeminidir sevgi. "Aşk daha özel bir olgu, O zemin üzerinde, zeminle bağını koparmadan açan bir çiçek. Yaprakları zehirli, ama bal şerbetinden tatlı. Sevgi cansız nesneden başlar. Karşılıksızdır. Elmayı sevebilirsiniz ama elmanın sizi sevmesi gerekmez. Aşk insanın kendisinde başlar, ifadesini karşısında bulur; kadın – erkek. Aşkın özel bir niteliği vardır, cinseldir. Sevgi cinsellik içermez."   (Mecit ÜNAL  Papirüs, Mayıs, 1997.)

Aşk, çelişkiler yumağıdır. Kuşku, tereddüt, endişe, kıskançlık… Bir aşığın yüreğinde ve beynindeki duygulardır bunlar. Kökeni bireyselliktir sahiplenme dürtüsüdür. Sahip olma arzusu ve kaybetme korkusu. "Sevgi ise kuşkusuzluktur. Tereddüt gerektirmez, endişeye yer vermez. Aşk kur yapar, kaçar, kovalar, çoğu kez de yarı yolda bırakır, arkasını dönüp çeker gider." (Mecit ÜNAL. agy.) Evlilik ise hep omuz verir, dayanışmacıdır. Aşk gezmek için bulut ister, evlilik ise otomobil. Aşk iletişim için rüzgârı kullanır, bülbülün nağmelerinde dile gelir, evlilik cep telefonu ister. Aşk yaprağın hışırtısı olarak dolaşır ortalıkta, evlilik ise tüketim markalarını geçirir üzerine. Aşk bir ney'in soluğunda "huuu" diye bırakır kendini boşluğa salınır serbestçe, evlilik ise kurallarla sınırlar kendini, daraltır, küçücük bir dünyaya hapsolur.

Ölçüler öyle kesin, çerçeve öyle dar ve zamanımız öyle az ki, sevişmelerimiz kısa, öpüşmelerimiz acele; güneşin batışını izleyecek, dereye sevgiliyle beraber ayaklarımızı sokacak zamanımız yok. "Yaşıyor muyuz, kurulu makine gibi yarışıyor muyuz belli değil." diyen Selim Uslu insan yaşamını "Gerekli zaman ve Yaşama zamanı" olarak iki bölüme ayırır. "Yaşama zamanımızı kullanmıyoruz, rafa kaldırmışız. Oysa teknolojinin geliştiği, ülkeler arası yolculukların saatlere indiği günümüzde zamanımızın artması gerekmez mi? İşte korkunç olan budur. Mesafeler kısalırken, insan ruhunun arasındaki mesafeler uzuyor. Kadın erkeğin, erkek de kadının ruhuna uzak şimdi." İşte bu yüzden evlilikte aşk arayanlar hüsrana uğramakta ve umutsuz arayışlarına devam etmektedirler.

Aleksandra Kollontay "Sevgi Yolları" adlı kitabında mutlu bir evliliğin ipuçlarını verir: "Açık havaya çıkmak için yasak kapıyı hızla açmak, cinsler arasında sevgi dolu, içtenlikli ve bunun sonucunda daha mutlu ilişkilerin yolunu bulmak, ancak insan ruhundaki temel değişiklikle, 'sevme gücünün' zenginleşmesiyle olanaklıdır ki, bu kaçınılmaz biçimde sosyo – ekonomik ilişkilerin temel dönüşümünü öngörür."

Bu temel dönüşüm, en başta kendimizden başlar."Yaşama zamanı"nızı kullanın, sadece arabayı, telefonu değil, doğayı da paylaşın eşinizle. Bırakın bilmem kaç ekran televizyonu kendi haline, çıkın tepelere, güneşin size göz yumuşunu izleyin, başınızı o sımsıcak sineye yaslayın, bırakın saçlarınız rüzgârda uçuşsun…

Eşlerinizi aşkın büyülü ve özgür tutkusuyla sevin. Kendinizi onun sahibi gibi görmeden. Ona kendi malınız gibi bakmadan. Kazanma hırsı ve kaybetme korkusu olmadan yani. İşte o zaman evliliğin aşkın cellâdı olmasına son vereceksiniz.

 

 

                                               Nadir EYİNNEN

                                       

 

SEN GİDİNCE 

sen gidiyorsun ya işine yetişmek için

saçlarını, gözlerini, ellerini

neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya

her seferinde bir şey unutuyorsun sıcak

termometrede yükselen çizgi

kimbilir nerelerde soğuyorsun

 

senin gözbebeklerin var ya kadın kadın gülen

insan insan bakan gözbebeklerin

beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta

beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder

 

ne gelirse onlardan gelir bana

çalışma gücü yaşama direnci

mutluluk gibi kazanılması zor

mutluluk gibi yitirilmesi kolay

 

bir açarsın ki mutluyum

bir kaparsın ki herşey elimden gitmiş.

 

Rıfat ILGAZ 

 

AŞK ÜZERİNE – 4

AŞK ve ROMANTİZM

 

"Gece sahilden açılsak sandalla enginlere biz

Uyuyan Marmara'nın koynuna girsek ikimiz

Öpüşürken iki âşık gibi mehtapla deniz

Biz de ta fecre[*] kadar öyle sevişsek ikimiz."

                                         Münir Nurettin Selçuk

[*] Fecr: Gece karanlığının sabah ışıklarıyla buluştuğu an. Günün ışımaya duran noktası.

 

Diyebiliriz ki, evlilik ne kadar gerçekçiyse, romantizm o kadar gerçek üstüdür, aykırıdır. Salt bu yüzden zaten aşk ve romantizm, ikiz kardeş gibi birbirine çok benzer, birbirini bütünlerler. Yine bu yüzden her âşık aynı zamanda da romantiktir.

Yukarıdaki dörtlükte de gördüğümüz gibi romantizm, kıyaslama – benzetme yoluyla olguya var olmayacak işlevler yükler. Marmara Denizi'nin koynunun olamayacağı, mehtabın soyut bir kavram olduğu ve denizle öpüşemeyeceği gibi. Buradaki anlatım soyuttur ve benzetme yoluyla gerçeğin yerine geçirilmek istenmiştir. Ama yine de güzel bir benzetme değil mi? Çok severim Münir Nurettin'in bu şarkısını.

Romantizm, 18. yy. sonundan itibaren İngiltere ve Almanya'da, ardından Fransa, İtalya ve İspanya'da, duygunun akıl karşısında üstünlüğünü savunan bir akım olarak ortaya çıktı. Bu yüzden aklı – mantığı dışlayan bir yönü vardır. Tabi hemen buradan yola çıkarak romantizme karşı olduğumu zannetmeyin sakın. Aslında romantik bir insanım ve soyut düşüncenin geliştiği günümüzde her insanda biraz romantik bir yön olmasını savunuyorum. Çünkü mayası duygu olan insan ruhunun da doyurulmaya ihtiyacı vardır. Hayal gücü, insan evladının, yaşamın zorluklarından kaynaklanan gerginliklerini aşması için gerekli olan bir olgudur. Duyguların beslenmesi en az bedenin beslenmesi kadar önemli ve kaçınılmazdır.

Burada benimsemediğim nokta, kendini düş gücünün egemenliğine kaptırarak asla gerçekleşmeyecek şeyler vaat edilmesidir ve yaşamın sadece düşlerden ibaret olduğunun sanılmasıdır. Ben duygu ve mantığın ölçülü biçimde gerçeklerden koparılmadan birleştirilmesinden yanayım. Sağlıklı bir ilişkiye ancak böyle kavuşabiliriz. Oysa romantikler kendilerini gerçeklerden kopararak dünyanın merkezi zannederler. Romantizmin, gerçeğin duvarına tosladığı yerde ise hüsrana kapılıp bunalıma sürüklenirler. "Gerçekten de bunalım, tutku, melankoli romantiklerin en sevdiği sözcüklerdir."

Dikkat edin bu tür arkadaşlarınıza asla tatmin olmazlar. Sürekli bir yakınma, şikâyet, ağlama ve sızlanma içindedirler. Dünyayı ve yaşamı yani gerçeği iç karartıcı bulurlar ve asla benimseyemezler. Bu nokta, tehlikeli olduğu kadar, kişinin hem kendine hem de ilişkilerine zarar verdiği noktadır aslında. Felsefeci Alâeddin Şenel bu konuyu şöyle açıklar: "Aşk, sizin sevgi ilişkileri geliştirme gizilgücünüzü, tüm doğaya, tüm canlılara, her iki cinse (çocuk, genç, ergin, yaşlı), tüm kuşaklara açarak ortaya döküp geliştirmenizi önleyerek tek kişiye yöneltecek denli azgınlaşıp, sömürdüğü gibi, bence o tek kişi ile ilişkilerinizi de bozmakta. O kişi ile 'eşitlikçi' ve 'paylaşmacı' ilişkiler kurmanızı engelleyip, 'sahiplenici' ve 'egemenlik kurucu' ilişkilere yönlendirebilmekte."  (Bilim ve Ütopya Dergisi Temmuz 1998) Buradaki aşk kelimelerinin yerine romantizmi koyabilirsiniz, hiçbir mahsuru yok. Ne dersiniz? Şenel haklı mı? Ya da ne kadar haklı?

Mum ışığında yenilecek yemeğin, mehtabın denizle öpüştüğü yerde sabaha kadar sevişmenin, "yıldızlar altında ibadet" etmenin, güneşin güne göz yumduğu noktada öpüşmenin… Hiçbir sakıncası yoktur ve olamaz. Tam tersine bütün bunlar insan ruhunun yani iç dünyasının beslenmesi ve doyurulması için olmazsa olmaz eylemlerdir. Burada yanlışlık yoktur. Yanlışlık bütün bu düş gücünün gerçeğin yerine oturtulmasında ve hayatın sadece bunlardan ibaret olduğunun sanılmasındadır. İşte bunu yapmayın. Muhakkak sevgilinizle gün batımında öpüşün, yıldızların altında sevişin ya da bir gece vakti sevgilinizle deniz kenarına oturup ayaklarınızı denize sokun ve sadece mehtabı seyredin. Ama asla bu yaşam tarzını gerçek yaşam tarzının yerine koyup kendinize ve sevdiklerinize işkence etmeyin.

Aşka nokta konulur mu? Mümkün değil. Aşk yaşamın gerçek yüzüdür. Bu yüzden günlerce haftalarca yazsak sonunu bulamayız. Sadece zaman aşkın hakkından gelebilir. Burada aşkı noktalamayacağız. Bu mümkün değil zaten. Zamanla bu konunun diğer boyutlarını tartışmak üzere burada noktalı virgülü koyuyoruz. Ve dünden bugüne yapıldığı gibi en iyiyi, en güzeli, en uyumluyu aramaya devam edeceğiz.

Her zaman, her yaşta, her çağda.

Ne güzel söylemiş ozan:

"GÜNAH İSE GÜZEL SEVMEK/ VUR BOYNUMU BEN ÖLEYİM."

                    Nadir EYİNNEN

 

 

 

GÜNEŞ   YÜZLÜM

Güneş doğuyor,

görüyor musun?

Bu kız Kulesi ve Salacak Sahili

yeni günü selamlıyor

hissediyor musun?

Yeni bir gün başlıyor

bir önceki günlerin anılarını toplamış

daha bir olgun,

daha bir sevgi dolu.

Ve bir ömür,

diğer ömre ekliyor

kalan günlerini…

Ömür çoğalıyor böylece

Anlıyor musun?

                  
                                      Nadir Eyinnen


KATKILARINDAN DOLAYI NADİR BEYE TEŞEKKÜR EDERİZ...

 



 
Toplam 3937 ziyaretçi (8201 klik)



Create Shock Text

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol